Sinemada Şiddet ve Toplum
ÖZET
Sosyal yapıları, değerleri ve hayatları anlatan sinemada, duyguların en sarsıntılı yaşandığı an olan şiddet öğesiyle konu, zaman ya da mekan daha da belirgin kılınabilir. Sinemada şiddet öğeleri, heyecan ve hayranlık duyguları bırakılarak meşrulaştırılabildiği gibi, seyirciye sunuş biçimleriyle de sarsıntılı etkiler yaratabilir. Bu açıdan baktığımızda, sinema şiddetin yaygınlaştırılmasını desteklediği gibi, aynı zamanda toplumlarda değişik algılara yol açabilmektedir. Bu çalışmada, geçmişten günümüze sinemada şiddet öğesi çeşitli özellikleriyle anlatılacak ve toplumdaki etkileri tartışılacaktır.
Giriş
Yaşamdaki kareleri hayatımıza sunan sinema, yarattığı kurgularla, insanın hayattaki yolculuğunu görüntü yoluyla anlamlandırır. Sinemada, görüntüyü üretenler ve görüntüyü yorumlayanlar için konu, zaman ve mekan olgusu şiddet öğesiyle daha da belirgin kılınabilir. Patolojik bir olgu olarak şiddet; dört önemli özelliğe sahiptir (ERKANI, 2013). Bunlar (a) şiddetin uygulanması, (b) şiddet ediminin taraflar tarafından değerlendirilmesi, (c) bir güç olarak şiddet ve (d) şiddetin derecelendirilmesidir. Şiddetin uygulanması ve meşruiyeti, şiddetin görünüp görünmemesine bağlıdır. Şiddetin değerlendirilmesi ve anlamlandırılması, şiddeti uygulayan, şiddet uygulanan ve üçüncü bir kişi için farklı şekilde yorumlanır. Bir güç olarak şiddet ise, duyguların en sarsıntılı yaşandığı olgudur ve şiddetin derecelendirilmesi sadece silah gibi araçlarla değil aynı zamanda, beden dili ya da diğer öğelerle karşı tarafta parçalanmaya yol açabilir. Şiddet kavramını korku, cinsellik, savaş ve siyaset gibi öğeler tamamlayabilir. Sinemada şiddet bu gibi yollarla betimlenebilir. Şiddet temel olarak, sosyal yaşamda ve düzende gözlemlediğimiz, zaman zaman normalleştirdiğimiz ve günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bir olgudur. Bir popüler kültür yansıması olarak sinema ise, sosyal anlamları, değerleri ve yapıları geniş bir şekilde anlatır (Slocum, 2000). Bu çalışmada, sinemada meşrulaştırılmış şiddet, şiddetin anlamlandırılması ve şiddetin psikopatolojisi, sinemasal şiddet üzerinden ele alınarak örneklerle tartışılacaktır.
Sinemada Meşrulaştırılmış Şiddet
– “Mucizenin yanında başka neye ihtiyacın var?
– Silaha, daha fazla silaha!”
(Matrix adlı filmden)
Günümüze kadar gösterime girmiş bir çok filmde, ölümler birbirinden farklı sunum teknikleriyle izleyicilere aktarılmıştır. Şiddet sinemanın ana temalarından birini oluşturmaktadır. Aksiyon temalı filmlerde yaralanmalar, patlamalar, araba kovalamacaları şiddete dayanak noktası oluşturmaktadır. Günümüz aksiyon filmlerinde (Hızlı ve Öfkeli, Matrix, James Bond fimleri vb) kısa dramatik olaylar karakterlerin heyecan verici bir olaydan diğerine yöneltildiği formatta sunulmaktadır. Mesela Matrix’te bu heyecan verici olaylarda şiddetin nasıl kabul edilebileceğini ve meşrulaştırılabileceğini açıkça gözlemleyebiliriz. Filmin ana karakteri, Neo, kendi normal yaşamının aslında bir bilgisayar programının yansıması olduğunu, ve gerçeğin özgürlük savaşçıları ve ajanlar arasındaki mücadeleyi içerdiğini bulur. Neo, ajanlar tarafından işkence edilen özgürlük savaşçılarından Morpheus’u kurtarmaya hazırlanırken, kendisine ne ihtiyacı olduğu sorulduğunda, soruya verdiği yanıt: “Silaha, daha çok silaha’dır.” Devam eden film sahnesinde, Neo, siyah bir ceket, güneş gözlükleri ve motorcu botlarıyla, metal dedektörden geçerken, güvenlik görevlisinin üzerindeki metal eşyaları çıkarmasını söylemesi üzerine, güvenlik görevlisine tekme atarak, üzerindeki silahları göstermiştir. Neo, ardından, görevliye ateş ederek, ve diğer güvenlik görevlilerini öldürerek şiddeti sonuna kadar kullanmıştır. Seyirciye, katliam ya da cinayet haricinde, büyük bir cazibe ve kahramanlıkla sunulan bu şiddet unsurlarıyla, onda, korku ve iticilikten öte heyecan ve hayranlık duyguları bırakılmak istenmiştir.
Sinema tarihinde diğer bir çok film de şiddeti görselleştirmiştir. Bir Ulusun Doğuşu (1915, D. W. Griffith), Oliver Stone’un Katil Doğanlar (1994) adlı filmleri bunlardan bazılarıdır. Katil Doğanlar’da arkada Lonerd Cohen’in melankolik “Waiting for the miracle” adlı parçası çalınırken, şiddetin doğallığı kavga ve katliam sahneleriyle sahnede etki yaratarak sunulmuştur. Cohen’in şarkısı, siyah-beyaz ve renklendirilmiş efektler, kameranın mermi ve bıçağa odaklanması ve kurbanlarlarla şiddet meşrulaştırılmış, sıradan bir olgu haline getirilmiştir.
Sinemada Şiddetin Anlamlandırılması
Dışavurumculuk akımı Almanya’da 1920’lerde başlayan, gerçekçiliği ve doğacılığı reddederek, öznellik, rasgelelik, ölüm, öfke ve diğer psikolojik içsel çekişmelerin insanın mutsuzluğuyla derinleştiği yansımaları sunmuştur. Yeni gerçekçilik akımı ise, 1945’lerde İtalya’da başlayan, şiddet temasını gerçeğin kendisi olarak göstererek, savaş sonrasındaki umutsuzluk, ekonomik kargaşa gibi temaları işler. Mesela, bu akımdan etkilenen filmlerde, şiddet aslında gerçeğin kendisi gibi gösterilip, filmlerde sıklıkla kullanılmıştır. Fransız yeni dalga akımı ise, sanatsal ve entellektüel birikimi öne çıkaran, şiddetin göze battığı ama çok da etki yaratmadığı, filmde mekana ve zamana yayıldığı kurgularla örülmüştür. Örnek olarak, Alain Resnais’in Gece ve Sis adlı filminde, en etkileyici boyutlarıyla ele alınan şiddet teması arkada bırakılarak, şiddete sebep olan olgular öne çıkarılmaya çalışılmıştır. Şiddet sıradan bir olgu haline getirilerek, arka plandaki yoğun duygular öne çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu yüzden, sinemada şiddetin anlamlandırılması, farklı akımlarla, farklı boyutlarda izleyiciye sunulmaktadır.
Sinemasal Şiddetin Etkilerinin Değerlendirilmesi
Sinemasal şiddetin ya da şiddet görüntüsünün seyircilerde oluşturduğu etkiye baktığımızda, sinemasal şiddetin gerçek şiddete yol açtığını görebiliriz. Filmlerdeki şiddeti analiz eden bir yayında (Prince, 2003), insanların dışavurdukları şiddetin, tıpkı günümüzde pazara sunulan filmlerdekine benzediği savunulmuştur. İzleyicilerin, kendi yansımalarını buldukları karakterlerin, onlarda şiddet eğilimine yön verdiği, ve bu tür şiddet sahnelerinde yasaların olmaması, kullanılan acımasız şiddetin, tutuklanmaların ya da cezalandırılmaların normalleştirilip, insanlarda gerçek dünyayı idrak etmeyi zorlaştırdığı tartışılmıştır.
Bazı uç sinema filmlerinde ise cinsel şiddet ve seks öğeleri izleyicilere sunulmaktadır. Zor Günler (2001), Gerizekalılar (1998), The Brown Bunny (2003) gibi filmlerde açıkça gördüğümüz şiddet eylemleri ve cinsellik öğeleri, sinemadaki zulümü gözler önüne sermektedir. Bunlara ek olarak, The Great Ectasy of Robert Carmichael (2005) adlı filmde, Güney İngiltere’de bir sahil kasabasında yaşayan Robert adlı gencin hikayesi sunulmaktadır. Robert, uyuşturucu kullanarak tecavüz ve cinayete karışmıştır. Filmin ilk tecavüz sahnesinde, Larry ve Robert’in sınıf arkadaşı Ben, Robert BBC News’te Irak savaşı hakkında haberleri izlerken, bitişik yatakta Marie’ye tecavüz etmiştir. Filmin ikinci şiddet sahnesinde ise, Robert, Monica’ya, şişeyle ve sivri uçlu cisimle şiddet uygulamıştır. İlk sahnede, Robert haberleri izlerken kamera yavaşça odayı gezmekte, ikinci de ise, kamera statik uzun çekimlerle sahneyi göstermektedir. Bu şekilde, şiddet eylemi, sıradışı bir şekilde izleyenin zihnine kazınmakta ve bu olgu filmde etik sorumlulukları bir kere de gözler önüne sermektedir. Bu yüzden, izleyen sahnelere duygusal olarak daha az dahil olmakta, ve şiddet ön plana çıkarılmaktadır. İkinci sahnede ise, tecavüz olgusu seyirciye dayanılmaz bir şekilde yansıtılmakta, yansıtılan şiddet öğeleri, kameraların çekim açısıyla daha da acımasız bir şekilde seyirciye sunulmaktadır (Brown, 2013).
Şiddetin Psikopatolojisi
Saldırganlık tepkisinin eyleme dönüşmesi sonucu oluşan şiddet, bir içsel savunma biçimidir. Bu açıdan baktığımızda, saldırgan kendini kanıtlamak ya da toplumda kabul görmek için, sosyokültürel olarak içinde yaşadığı sıkıntıları, dışa vurur. Başka bir açıdan baktığımızda, şiddet, otokontrolü yitirmiş bireylerde, psikopatolojik bir sorunun belirteci olarak da sayılabilir.
Toplumsal sorunlar, ekonomik buhranlar, umutların yitirilmesi, hukuksal eşitsizlikler, otoriter baskıcı tutumlar, kaybedilmişlikler ya da bireysel içsel çekişmeler, bir şekilde, bireyin kendini kabul ettirmek amacıyla şiddete başvurmasına sebep olur. Alkol, uyuşturucu ve seks şiddeti normalleştireceği gibi, yaygınlaşmasında da rol oynar. Hayattan kesitleri sunan sinemada da bu açıdan baktığımızda, zaten toplumda var olan şiddetin işlenmesi normal karşılanabilir. Ancak, şiddeti sıradan bir olgu gibi gösterip, yaygınlaşmasını kolaylaştıran da sinema, televizyon ve medyadır. Bu yüzden, dünya sinemalarında kapitalist bir pazar olan sinemada da, şiddet işlenmeye devam edecektir. Ancak, şiddet eylemlerin yaygınlaşması bir şekilde kontrol alına alınmadığında, sağlıksız toplumlar ve sağlıksız bireylerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.
Sinemada Şiddet ve Günümüzdeki Normlar
Sinema tarihine baktığımızda, filmlerdeki şiddet öğelerinin evrildiğini görebiliriz.Mesela soykırım konusunu işleyen filmlerden en çok göze çarpan Schindler’in Listesi (1994), soykırımlarda yapılan şiddeti işlerken, geçmiş tarihi de gözler önüne serer. Bu tür filmlerde amaç, tarihsel şiddetin izleyicide bıraktığı etkiden yola çıkarak, sinemayla izleyiciler arasında bağ kurmaktır. Günümüz post-modern sinemasında ise çağdaş toplumu yöneten medya ve dijital teknolojiler, küreselleşen ve teknolojiyle iç içe geçen kültürümüzde, yeni normlar ve ideolojiler yaratmıştır. Bu yüzden şiddet içeren filmler, kültürleri ve olayları anlatırken, bireyi merkeze yerleştirir (Slocum, 2000).
Sonuç ve Tartışma
Freud’a göre geliştirdiği süper egodan korkan insanın, onun koyduğu kurallara göre hareket etmesi, yaşam itkisindendir. En ilkel benlik olan “id” cinsellik, açlık gibi ihtiyaçları temel alır. Şiddetin kaçınılmaz olduğu filmlerde, şiddet sıradan bir olgu gibi gösterilip karakterlerin kontrol ettikleri “id”,onları kural tanımaz katillere dönüştürür. Tıpkı, Matrix’in Neo’sunda olduğu gibi diğer şiddet öğesi içeren filmlerde de, karakterlerin öldürme ve şiddet duyguları, merhamet ve sevgi duygularına karşı ağır basmakta ve bu olgu izleyiciye de normalmiş gibi sunulmaktadır. Filmlerde sunulan şiddet ve ölümün izleyiciyi şaşırtmaması da bunun en belirgin örneğidir. Francis Bacon’ın şu sözü de bunu doğrular nitelikte: “En güzel manzaranın olduğu yerde bile, ağaçların, yaprakların altında böcekler birbirini yer. Şiddet yaşamın bir parçasıdır.”
Belki de izleyicilere şiddetin bu kadar normal gelmesinin sebebi, kendi içimizde bile sürekli barındırdığımız çatışmalardır. Hayal kırıklıkları, duygusal soğukluklar, insanın kendini kabul ettirme isteği gibi durumlar, şiddeti normalleştirilebilir. Ancak, izleyiciye sunulan şiddetin toplumlarda yarattığı sorunları göz ardı etmemek gerekir. Toplumda kabul görmek isteyen bireyin, tıpkı filmlerde olduğu gibi, ekonomik sıkıntılar, umutsuzluklar ve buhranlarla dolu olaylarda şiddete başvurması sonucu şiddetin sıradanlaştırılması şüphesiz toplumdaki yasalar gibi belirli normların da yoksayılması anlamına gelmektedir. Sıradanlaşan şiddet herkesin uyguladığı bir hale gelirse, toplumdaki düzen buzulur. Bu açıdan baktığımızda, şiddet kontrol altına olunması gerek bir olgudur. Sinemada sunulan şiddet ise her zaman bize sunulmaya devam edecektir (Young, 2009).
Sonuç olarak, her ne kadar sunuş şekliyle, ya da olayları anlatış biçimiyle şiddet heyacan verici, sıradan ve normal bir olgu gibi gözükse de, şiddet eyleminin yaygınlaşması engellenmezse, toplumlardaki sağlıksız bireylerin varlığı kaçınılmazdır. Bu açıdan, hayatın her alanında var olan şiddete karşı daha bilinçli ve daha akılcı düşünerek var olan toplumsal düzeni korumada ilk adımı atabiliriz.
Kaynaklar
Brown, W. (2013). Violence in Extreme Cinema and the Ethics of Spectatorship. Projections, 7(1), 25-42.
ERKANI, E. (2013). SİNEMASAL ŞİDDET. Sanat-Tasarım Dergisi, 1(4), 15-21.
Prince, S. (2003). Classical film violence: Designing and regulating brutality in Hollywood cinema, 1930-1968: Rutgers University Press.
Slocum, J. D. (2000). Film violence and the institutionalization of the cinema. Social research, 649-681.
Young, A. (2009). The screen of the crime: judging the affect of cinematic violence. Social & Legal Studies, 18(1), 5-22.
İlk yorum yapan olun